ÇÖMLEKÇİ DERESİ

by dekotren

İnsanlar vardır; sakin akan bir dere…
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bır mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk…

            Dere ile duygusal ilgim, ilişkim, sevgim ta çocukluk yıllarıma gider. Köyümüz Karadeniz’in kıyısında, evimiz Çömlekçi deresinin üst yamacında. İlkyazda yağmur ve kar sularıyla kabaran, debisi artarak akan Çömlekçi’nin çağıltısı büklerden tepelere yankılanırdı. Günlerce sürerdi bu coşku. Su sesi kulaklarımda çınlardı. Tepeden merakla, ilgiyle, heyecanla bakardım; döne kıvrıla akan dereye. Düşler kurardım. Hiç kimsenin bilmediği, duymadığı öyküler biriktirirdim, içimde…

                Yaz gelince dere sakinleşir, yatağına çekilir, durulur; berrak suyu taşların üstünden şırıl şırıl akardı. Öğlene yakın büke inerdik.  Boyumuzu aşan gölcüklerde saatlerce çimerdik. Taşın üzerinden suya saldığımız oltamıza balık takılmasını sabırla beklerdik. Gürgen ağaçlarının, dikenlerin arasından geçer,  Ortaçay düzlüğünde top oynardık. Akşam patika yola koyulur, evin yolunu tutardık…

                Can Yücel’in beğenerek, severek okuduğum “Dostlar Irmak Gibidir” şiirinin dereye atfen yazılan bölümü beni, Çömlekçi deresi ile buluşturur. İçime bir sıcaklık, bir hoşluk düşer. Nasıl düşmesin ki çocukluğumun dere ile bütünleşen izleri, anıları hâlâ capcanlı…

Yüzmeyi öğrendiğim, akaklarından su içtiğim, sol omzuna yığdığı file görünümlü ağı sağ eliyle hızla savuran, eteğindeki kurşunun ağırlığı ile çember çizerek sulara gömülen saçmayı usul usul çekerek içine düşen balıkları bir bir toplayan adam;  dere kenarında yaktığımız ateş, torbamızdan çökelek, mısır ekmeği ve bir şişe ayranı çıkarıp yudumladığımız günler… Büyüklerimizin fındık sonrası, ırgatların kullandıkları ter kokan kirli yatak, yorgan, yastık yüzlerini hararlara doldurup dereye gittikleri, içinde ateş yanan çay taşlarının üstündeki dışı isli simsiyah kazanlarda kaynayan çamaşırları elde yıkayıp durulayıp taşların üstüne serdikleri güneşli günler, akşam eve dönüşler…  Sakin akan dere, kuş sesleri, horoz ötüşleri, köpek havlamaları, yayılan inekler, karşı tepelerden gelen sesler…  Daha dünmüşçesine hep gözlerimin önünde…

Can Yücel’in söylediği gibi dereler insanı rahatlatır;  insanın gönlüne huzur verir. Bunu, doğrudan yaşayan, duyumsayan şanslı insanlardanım, ben. Tepedeyken özlem duyardım, yanındayken mutlu olurdum.  Yağmur yağmadığı günler önce dereye sonra denize giderdik. Birinin suyu tatlı, diğerinin tuzlu… Biri ele avuca sığacak gibi diğeri uçsuz bucaksız… Biri kabarınca yatağına sığmaz diğeri iri dalgalarla kıyıları döver…  Biri ninnidir, diğeri türkü; biri sevgidir, diğeri sevda…

Irmakların küçük kız kardeşleridir, derler.  Dostlar bir anlamda ırmaklara, derelere benzer.  Böyle söylüyor, Can Yücel. Haksız da değil hani. Sonuçta su nasıl yaşam kaynağı ise dostlar da öyle yaşam kaynağıdır. Gerçek dost sıcakkanlı, tatlı dilli,  güler yüzlüdür. Güvendir, huzurdur; karşılık beklemeden cömert elini uzatandır.

DOSTLUK

Dost olmak da dost bulmak ta öyle kolay değildir; özveri, sabır, emek ister. Aristo ‘gerçek bir dost bir gövdede yaşan iki dal gibidir.’ demiş. Lord Byron dostluğu ‘kanatları olmayan aşk’a benzetmiş. Atalarımız ‘dost kara günde belli olur’ çıkarımında bulunmuş. Bu söylemler hep güven duyulan gerçek dostla ilgili. Yunus Emre bir başka açıdan yaklaşmış,  dosta:  “Dost yüzüne bakmaya / Key safa nazar gerek / Dost ile bilişmeye / Can gözü bîdâr (uyanık) gerek”. Dörtlükte, dost ile bilişmenin can gözü ile ilgisi üzerinde durulmuş.  Güzel, hoş, sefalı bir bakışla dosta bakmak gerektiği vurgulanmış.

 Gerçek dostların yanında bir de dost görünenler, dost görüntüsü altında gerçek yüzünü saklayanlar var. Gerçek dostlalar ak, gerçek olmayan dostluklar karadır. Bu kara dostluklar ne yazık ki insana düş kırıklıkları yaşatır,  insanı yürekten yaralar. Pir Sultan Abdal,  bu acı gerçeği şöyle dillendirir:

Şu kanlı zalimin ettiği işler

Garip bülbül gibi zaralar beni

Yağmur gibi yağar başıma taşlar

Dostun bir fiskesi yaralar beni

 

Pir Sultan Abdal’ım can göye ağmaz

Haktan emr olmasa ırahmet yağmaz

Şu ellerin taşı bana hiç değmez

Dostun tek bir gülü yaralar beni

Osmanlının koyduğu haksız, ölçüsüz, ağır vergiye karşı halkın önüne geçip direnen, karşı koyan Pir Sultan,   Hızır Paşa’nın gazabına uğrar; taşlanarak darağacına götürülür. Pir Sultan,  başına yağmur gibi yağan taşlara aldırmaz fakat dost bildiği, tekkesinde yetiştirdiği Ali Baba’nın kıyamayıp kendisine taş yerine attığı gülden yakınır.  Atılan onca taş değil de Ali Baba’nın attığı tek gül yaralamış, incitmiştir, Pir Sultan’ı. Bu gerçek dostla,   gerçek olmayan dostun arasındaki ince çizgidir.

Karamsar duyguları bir yana atıp dosta, dostluğa iyimser gözle bakalım. Yine Can Baba’ya kulak verelim:

Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya…

İNSAN OLMAK

                Dost izleği üzerinden kurgulanan şiirde, suyla ilgili dere, ırmak, göl, deniz, okyanus kavramlarına yer verilerek örülür şiir. Dostlar ırmağa, göle, denize, okyanusa benzetilir. En sonunda şiire, “insan olma” bağlamında son düğüm atılır: Her şeyden önemlisi insan, önce insan olmalı… İnsan olmayan dost olabilir mi?

                Dostlarla ırmak arasında mantıksal bir bağ kuruyor, Can Yücel. Bazı ırmakların suyu azdır, bazılarının çok. Bazılarında eller ıslanır yalnızca; bazılarında ruhlar yıkanır… Dost nihayet insandır. Suyun az ya da çok olması dostların cömertliği, yardım severliği, bağlılığı ile ilgilidir. Oysaki önemli olan ruh güzelliğidir. Kimi dostların iç dünyası o denli derin ve varsıldır ki onların yanında güven duygusu doruklara çıkar. Ruhları boydan boya yıkananlar temizlenir, arınır, olgunlaşır. Hoşgörülü olur. Evreni, dünyayı ve insanları daha iyi anlar, algılar, anlamlandırır. Su yaşamdır; ırmağa benzeyen dostlar da yaşam suyudur. Dostlar su gibi olmalıdır; dostluklar ırmak gibi…

                Bedri Rahmi Eyüboğlu, dostluğu güzel bir kitaba benzetir.  Onda su, hava, ekmek gibi vazgeçilmez bir tat bulur.

Dostluk dediğin güzel bir kitap,
Hava gibi
Su gibi
Ekmek gibi
Vazgeçilmez bir tat,
Sonuna kadar dayanmak şart…

                Dostluk sevinçleri ikiye katlar, acıları ikiye böler” demiş, Francis Bacon. Ne anlamlı, ne derinlikli bir çıkarım bu. İyi günde de kötü günde de dostlar daima dayanışma içinde olmalı. Birlikten kuvvet doğar misali dostlar, sevinçleri, mutlulukları büyütmeli, acıları küçültmeli. Dost güvendir, dayanışmadır, yardımlaşmadır, sevgidir, bağlılıktır bir anlamda. Dahası dostlar saygı ve güven ortamı yaratarak birbirini anlamalı, birbirine destek olmalı. Birlikte yaşama göğüs germelidir.

                Bir fidana benzetirim dostları. Sularsın büyür, dal budak salar, çiçeğe durur, meyve verir. Emeği, sabrın karşılığı olgun meyveler gibidir dostluklar…

                Çömlekçi deresinden çıktık yola. Dostla, dostlukla bağlantılar kurduk. Yeşil vadi boyunca kıvrıla döne denize kavuşmak için can atan derenin çağıltısı, durgun, sakin akışı, içindeki balıklar her şeyden önce bir dinginlik, bir huzur verir, içime. Bir sıcak sevgidir, dere; bir ılık özlem; bir yürekli dost… Yaşanmışlıklar, anılar, düşler damlar sulara. Su yaşam olur, yaşam su… Dostlar derelere benzer; dostluklar ırmaklara, denizlere…  Dost olmak, dostça kalmak! Yaşam dostlarla, dostluklarla güzeldir, anlamlıdır; ama gerçek dostlarla, dostluklarla.  Dostluğu, iki yürek arasında akan bir nehre benzetir, Mevlana. Sularda geçmiş zamanı yaşamak; dostları, dostlukları görmek ne güzel!                                                                                            Özcan Temel

20 Şubat 2021

Yorum Yap